24 Ekim 2011 Pazartesi

Riya mı nezaket mi 10

Çalışma hayatım boyunca hep karşılaştım; eminim iş hayatı içinde olan herkes de defalarca karşılaşmıştır:
Birini tanırsınız, (eşiniz, dostunuz, arkadaşınız olabilir) işinde ustadır, usta olduğu bilinir görülür ve sizi tanıyıp da bu ustalığa ihtiyacı olan kim varsa çevrenizde, sizden tanıdığınız bu usta kişinin hizmetini almak konusunda yardımcı olmanızı ister.

Buraya kadar sorun yok iki tanıdığınız arasında bir işbirliği sağlayacaksınız ve iki taraf da memnun olacak.

Ancak hizmeti almak isteyenin sizden beklentisi, nedense hizmet verenin bu hizmeti sizin ricanızla ve sizin hatırınız için aynı iş için genelde kazandığı paranın altında bir ücretle yapmasıdır.

Yani iki tanıdığınızdan biri, kendisini diğer tanıdığınıza tercih etmenizi ve kendisi lehine diğer tanıdığınızı istismar etmenizi beklemektedir.

Oysa eğer arkadaşlar birbirini kollayacaksa, hele de işini iyi yapan biri söz konusuysa kollanması gereken o olup, yaptığı işten bir exstra kazanç, bir şükran, bir övgü elde etmesi arkadaşlığa daha çok yakışmaz mı?

Geçenlerde bir tercüme işinde yine benzer bir durumla karşılaştım, Bir tanıdığımın yaygın bir dilden çok yaygın olmayan bir dile çeviri ihtiyacı var ve çeviriyi yapanın mühendislik donanımına sahip olması gerekiyor. İşi piyasada yaptırma imkanı var ve ederi 6000 dolar.

Kanuni bir akrabası, hem de oldukça yakın bir akraba, hem mühendis, hem çok yaygın dili konuşuyor hem de az yaygın dil ana dili.

İşi yapmasını akrabadan rica ediyor, iş mükemmel yapılıyor, para ödeniyor 3000 dolar.

Burada benim gönlüm diyor ki, bu iş için zaten 6000 dolar verecektin, akraban yaptığı için yarısını ödemek neden.. O'na da 6000 dolar ver ki, işi başkasına vermeyip akrabana verdiğin için bir akrabalık yapmış olasın.

Haydi gönlümü boş vereyim, diğer taraf da piyasaya uygunluğunu değerlendirip işi kabul etmeyebilirdi.

Ancak bu işin sonunda, işi bana hikaye ederken kullanılan "Sayemde 3000 dolar kazandı, O'nun için çok iyi oldu" ifadesi, beni tekrar tekrar düşünmeye ve çevremdeki kişilerin tutumlarına dayalı değerlendirmelerimi yeniden gözden geçirmeye sevkediyor.

13 Eylül 2011 Salı

KAŞ YAPMAKLA GÖZ ÇIKARMAK ARASINDA (1)

Dünyada kaç idareci ruh eşini yardımcı olarak yanında bulmuştur acaba?.. kaçı bildiği her şeyi aktarmak, düşündüğü her şeyi paylaşmak istemiştir? O büyüyüp, geliştikçe başarılarıyla heyecanlanmış, kulağı geçen boynuzla mutlanmıştır kimbilir...

Ben bu şansı yakalamış, yaşamış olmaktan çok mutluyum. Hani sanki programlanmış bir buluşma gibi bu ilişki, Allah tarafından...

Biliyorum ki, bu ilişkinin en önemli boyutlarından biri "koşulsuz güven"; ama geldim gördüm ki, bu koşulsuz güven beni üzüntüden yiyip bitiriyor.
Gereği için kendisinde duran bir emanet kayboluvermiş, olur ya... Zaten işe yaramak için bekliyordu.

Taa 1 yıl önce. Yani bütün bir yılı bu kaybın stresiyle geçirmiş. Ben alışkın olduğumuz sıklıkta görüşememeyi, kanatlarının onu çok uzaklara götürecek kadar güçlendiğine, artık yavaş yavaş vaktinin bana yetmediğine bağlayıp, buna da sevinirken, ama bir yandan da özlerken ve yanıbaşımda olmasını isterken, O meğer benim yüzümden benimle görüşemez olmuş.

Herşeyi yerli yerine koyunca dün buluştu benimle. Ancak anladım 1 yıldır neden buluşamadığımızı. Bir yandan çok gurur duydum kendisiyle, bir yandan üzüldüm benimle paylaşmadığına.

Sanırım beklerdim ki, benim için önemli olanın, her zaman hayran olduğum o çok sade, hayatı ve hayat içinde karşılaştığı olumlu olumsuz tüm değişkenleri olduğu gibi kabul eden haliyle yanımda olması olduğunu bilsin, benden gizli, benden uzak, benimle ilgili çabalara hiç girmesin.

Şimdi bakalım sorumluluğu benim üstüme atınca, ben nasıl kırmadan, üzmeden, zararını telafi edeceğim.

Umarım bu istenmedik olay beraberliğimize resmi bir boyut kazandırmaz, hala birbirimiz için ölçüsüz, kalıpsız, sınırsız yakınlığımız devam eder.

4 Ekim 2009 Pazar

riya mı nezaket mi 9

Apartman komşularımdan biri vefat etti. Allah rahmet eylesin. Ölenin arkasından konuşulmaz biliyorum ama düşünülmez de değildir herhalde.
Bu benim komşum, 6 yıl öncesine kadar eşi ve oğluyla birlikte yaşıyordu. 6 yıl önce bilmediğim ve merak da etmediğim bir sebeple eşini evden uzaklaştırdı. Daha sonra da boşandıklarını, mallarını paylaşıp yollarını ayırdıklarını duydum.
Oğlu ile birlikte sürdürdükleri yaşamlarına bilahare yeni bir hanım katıldı.
Bu hanım, gerek kendi kişiliği ve tutumları dolayısıyla, gerekse lanse ediliş tarzıyla, çevrede olumlu bir izlenim bırakmayı başarmış, benimsenmişti.
Neredeyse 6 yıldır sürdürdükleri birlikte yaşamlarından dışarıya yansıyanlar, mutlu ve huzurlu olduklarına işaret ediyordu.
Kısa zaman önce, yaşamları bir akciğer kanseri ile yepyeni bir boyut kazandı. Hasta-hemşire rolleri de yaşadıkları diğer sosyal roller arasındaki yerini aldı.
Hastane günlerinde, gönülden bir yardımcı, emeğini hiç esirgemeyen şefkatli bir destekçi, hastalığın sağalması için biz komşularının dualarını istemek de dahil olmak üzere her çareye başvuran bir çözüm arayıcısıydı.
Günlerden bir gün öğrendim ki, komşum, kendisini şefkatle sarmalayan iyileşmesi için elinden geleni yapan bu kadını kovmuş ve son günlerinde yanında olması için, boşandığı eski karısını davet etmişti.
Doğrusu biraz şaşırdım ama, son günleri, aile birliği tablosu oluşturarak geçirmelerinin iyi birşey olduğuna kendimi inandırmaya çalışmaktan da geri durmadım.
Ta ki bugün taziyet ziyaretine gittiğimde, 6 yıl önce boşandığı, eski eşinin vefatı dolayısıyla çılgın gözyaşlarına boğulan kadını görünceye kadar...

8 Eylül 2009 Salı

RİYA MI NEZAKET Mİ 8

Yıllar önceydi. Uzak bir hanım akrabamızın eşi vefat etti. Anne-babamı temsilen ben katıldım cenaze sürecine. Vefat eden, çok olmasa da rahat bir hayat yaşatmıştı eşine ve kızına. Eşin kendisi de zaten, -yani benim akrabam- boşanma davalarına bakan, tercih edilen bir avukattı. 17 yaşındaki kızları özel liselerden birinde öğrenim görüyordu.
Cenaze evinin hüzünlü sükunetini sık sık ve sadece eşin feryadı bozuyordu. Diğer yakınlar durumu kabullenmişler, saygılı bir sessizlikle duaları dinliyorlardı. Çocuklar ise, cenaze evinin kızı da dahil olmak üzere, derslerinin ve/ya oyunlarının başına dönmüşlerdi.
Eş'in dualara karışan feryadı içinde şu çümleler seçiliyordu: " Ah Mehmet'im ah, nasıl da erken gittin. Bir 5 yıl daha yaşayamadın. Sadece 5 yıl. O zaman herşey yerli yerine oturacaktı. Bütün ihtiyacımız 5 yıldı."
Bu laflar o gün beynime adamakıllı kazındı. Çok üzülmüştüm, bir akrabamın, eşinin kaybına üzülmek yerine, kendi sorumluluklarının artmasına hayıflandığını görmek beni çok üzmüştü. Bu akrabamı birdaha hiç görmedim ama karşılaştığım hemen her vefatta, vefat edenin yakınlarının tutumlarını gözledim ve maalesef benim bu akrabama benzer tutumlar içinde olduklarını gördüm. Ağıt yakarken kullanılan sözler hep ya "beni bırakıp nerelere gittin" veya "ben sensiz ne yapacağım" şeklinde. Ya da bunların benzerleri. İnsanlar çoğu kez bir yakınlarını kaybedince, giden için üzülmekten ziyade, kendi yaşamlarında olacak değişiklikler veya kaybettikleri maddi-manevi imkanlar için üzülüyorlar.
Çoğu kez diyorum, çünkü kaybı için koşulsuz elem duyanı da neyse ki gördüm ve sonsuz saygı duydum. Vefat eden için, daha yaşayabileceği güzellikleri yaşayamadan uzaklaştığı için üzüleni, vefat edene sunmak istediği iyilikleri henüz sunamadan uzaklaştığı için üzüleni gördüm. En önemlisi iki tutum arasındaki farkları gördüm.
Dilerim yakınlarının vefatı karşısında "koşulsuz elem" duyanların sayısı çok çok artar.

31 Ağustos 2009 Pazartesi

RİYA MI - NEZAKET Mİ 7

Kısacık bir tatile gittik çocuklarla. Tatil demek doğru değil pek. Daha ziyade annemleri ziyaret etmekti maksadımız. Zaten çocuklara da çocuk demek doğru değil, 30'u geçeli iki yıl geçti. Neyse, güzel güzel hafta sonumuzu geçirip bindik otobüsümüze geliyoruz. İlk seyahatlerinden bu yana olduğu gibi, iki çocuk yanyana otudular. Artık eskisi gibi cam kenarında oturma kavgası yapmıyorlar. Kızım son yıllarda geleneksel yapıya uygun olarak kardeşinin cam kenarında oturmasına razı oluyor.
Üçlü sohbetimiz, bizi havadan sudan derken bir arkadaşımızın liseye başlayacak çocuğu üzerinden milli eğitimdeki değişikliklere getirdi. Getirdi ama, bilgilerimiz yetersiz olduğu için kimler anadolu lisesine, kimler meslek lisesine gidecek, bizim delikanlı özel okula mı gitse daha iyi olur, özel hocayla mı çalışsa diye filan, konuşup duruyoruz.
Bu milli eğitim konuşması, ön sırada liseye başlayacak oğluyla birlikte seyahat eden bir hanımın sohbetimize katılmasına neden oldu. Çocuğu tam liseye başlama döneminde olduğu için olsa gerek, konuyu çok detaylı biliyordu ve bizi adamakıllı bilgilendirdi. Doğrusu, hem bilgilerini hem de bu bilgileri bize aktarışını çok takdir ettik, hatta bunu kendisine de ifade ettik. Ne kadar güzel genç annelerin çocuklarının karşılaşacağı sorunlara karşı böyle donanım kazanıp mücadele etmeye, çözüm üretmeye hazır olması.
Yolun sonuna yaklaştığımızda, genç anne, çocuğunun eşyalarını topluyor, sonra çantasından pembe çiçekli eşarbını çıkarıyor, itinayla sarı röfleli saçlarını toplayıp eşarbının içine saklıyor, kolsuz tişörtünün üzerine bir ceket giyiyor ve inmeye hazırlanıyor.
Bu arada yol bitiyor, herkes birbirine ve şoföre iyi günler dileyerek vedalaşıyor. Yol arkadaşımızla da vedalaşabilir miyiz acaba? Fakat hayır o artık çocuğunun elinden tutmuş, otobüsteki hayatını tamamen geride bırakmış, arkasını dönmüş, başka bir yöne yürüyor...

18 Ağustos 2009 Salı

RİYA MI NEZAKET Mİ 6

Kaç gündür görümcemle birlikteyiz. Uzun zaman olmuştu görüşmeyeli. Özlemiştim adamakıllı. Bayılırım zaten güvenli arkadaşlığa imkan veren yapmacıksız, açık seçik, dürüst tutumlarına.
Telefon faturaları gelmiş, baktık sıra sıra kimlerle kaç dakika konuşmuşuz diye. En uzun konuşmalar kendi aramızda. anne-baba- çocuklar.
Görümcem dedi ki, "hiç sevmem telefonla uzun konuşmayı. Telefonu bir sohbet aracı olarak değil bir haberleşme aracı olarak kullanmaktan yanayım, ama herzaman mümkün olmuyor konuşmayı istediğin sürede bitirmek. Bazen karşı taraf uzattıkça uzatıyor lafı. Benim var öyle telefonla konuşurken kulağımı yoran bir iki arkadaşım. Gerçi kolayını buldum. Laf uzayınca sessizce sokak kapısının dışına çıkıp zili çalıyorum, - A hoşgeldin, memnun oldum -vs. bir iki cümleden sonra telefondakinden -misafir geldi, kusura bakma sonra görüşürüz- diye özür dileyip telefonu kapatıyorum.

YARIM KALAN "DÜNYA ÇOK KÜÇÜK"ÜN DEVAMI

"İkimiz de kendimize güvenmiyoruz; ben hafızama güvenmiyorum, ikaz etmeyi unutmaktan korkuyorum, O da dikkatine güvenmiyor, beni takip edemeyeceğini düşünüp başkasından da yardım istiyor".
Yanımdaki hanımefendi, tebessümünü sınırlamaya ihtiyaç duymadan:
"O sizi takip edemez, gözleri görmüyor" dedi.

(bu olayı yaşadığım gün yamıştım ama yayınlayamamıştım. Meğer hepsini kayda da alamamışım. böyle çift parçalı oldu.)