31 Ağustos 2009 Pazartesi

RİYA MI - NEZAKET Mİ 7

Kısacık bir tatile gittik çocuklarla. Tatil demek doğru değil pek. Daha ziyade annemleri ziyaret etmekti maksadımız. Zaten çocuklara da çocuk demek doğru değil, 30'u geçeli iki yıl geçti. Neyse, güzel güzel hafta sonumuzu geçirip bindik otobüsümüze geliyoruz. İlk seyahatlerinden bu yana olduğu gibi, iki çocuk yanyana otudular. Artık eskisi gibi cam kenarında oturma kavgası yapmıyorlar. Kızım son yıllarda geleneksel yapıya uygun olarak kardeşinin cam kenarında oturmasına razı oluyor.
Üçlü sohbetimiz, bizi havadan sudan derken bir arkadaşımızın liseye başlayacak çocuğu üzerinden milli eğitimdeki değişikliklere getirdi. Getirdi ama, bilgilerimiz yetersiz olduğu için kimler anadolu lisesine, kimler meslek lisesine gidecek, bizim delikanlı özel okula mı gitse daha iyi olur, özel hocayla mı çalışsa diye filan, konuşup duruyoruz.
Bu milli eğitim konuşması, ön sırada liseye başlayacak oğluyla birlikte seyahat eden bir hanımın sohbetimize katılmasına neden oldu. Çocuğu tam liseye başlama döneminde olduğu için olsa gerek, konuyu çok detaylı biliyordu ve bizi adamakıllı bilgilendirdi. Doğrusu, hem bilgilerini hem de bu bilgileri bize aktarışını çok takdir ettik, hatta bunu kendisine de ifade ettik. Ne kadar güzel genç annelerin çocuklarının karşılaşacağı sorunlara karşı böyle donanım kazanıp mücadele etmeye, çözüm üretmeye hazır olması.
Yolun sonuna yaklaştığımızda, genç anne, çocuğunun eşyalarını topluyor, sonra çantasından pembe çiçekli eşarbını çıkarıyor, itinayla sarı röfleli saçlarını toplayıp eşarbının içine saklıyor, kolsuz tişörtünün üzerine bir ceket giyiyor ve inmeye hazırlanıyor.
Bu arada yol bitiyor, herkes birbirine ve şoföre iyi günler dileyerek vedalaşıyor. Yol arkadaşımızla da vedalaşabilir miyiz acaba? Fakat hayır o artık çocuğunun elinden tutmuş, otobüsteki hayatını tamamen geride bırakmış, arkasını dönmüş, başka bir yöne yürüyor...

18 Ağustos 2009 Salı

RİYA MI NEZAKET Mİ 6

Kaç gündür görümcemle birlikteyiz. Uzun zaman olmuştu görüşmeyeli. Özlemiştim adamakıllı. Bayılırım zaten güvenli arkadaşlığa imkan veren yapmacıksız, açık seçik, dürüst tutumlarına.
Telefon faturaları gelmiş, baktık sıra sıra kimlerle kaç dakika konuşmuşuz diye. En uzun konuşmalar kendi aramızda. anne-baba- çocuklar.
Görümcem dedi ki, "hiç sevmem telefonla uzun konuşmayı. Telefonu bir sohbet aracı olarak değil bir haberleşme aracı olarak kullanmaktan yanayım, ama herzaman mümkün olmuyor konuşmayı istediğin sürede bitirmek. Bazen karşı taraf uzattıkça uzatıyor lafı. Benim var öyle telefonla konuşurken kulağımı yoran bir iki arkadaşım. Gerçi kolayını buldum. Laf uzayınca sessizce sokak kapısının dışına çıkıp zili çalıyorum, - A hoşgeldin, memnun oldum -vs. bir iki cümleden sonra telefondakinden -misafir geldi, kusura bakma sonra görüşürüz- diye özür dileyip telefonu kapatıyorum.

YARIM KALAN "DÜNYA ÇOK KÜÇÜK"ÜN DEVAMI

"İkimiz de kendimize güvenmiyoruz; ben hafızama güvenmiyorum, ikaz etmeyi unutmaktan korkuyorum, O da dikkatine güvenmiyor, beni takip edemeyeceğini düşünüp başkasından da yardım istiyor".
Yanımdaki hanımefendi, tebessümünü sınırlamaya ihtiyaç duymadan:
"O sizi takip edemez, gözleri görmüyor" dedi.

(bu olayı yaşadığım gün yamıştım ama yayınlayamamıştım. Meğer hepsini kayda da alamamışım. böyle çift parçalı oldu.)

12 Ağustos 2009 Çarşamba

DÜNYA ÇOK KÜÇÜK

Bir yıldan biraz uzun zamandır kızımla birlikte Etiler SGK Huzurevinde gönüllü dans dersleri veriyorum. Çok keyifli bir grup oluşturduk. Öğrenciler dansa ne kadar tiryaki oldularsa biz de onlara öyle tiryaki olduk. Bugün yine eğlenceli, hoş sohbetli bir ders yaptıktan sonra çıktım huzurevinden. Bugün yalnızdım. Kapının önüde bir otobüs durağı var. Tam ben çıkarken bir otobüs geldi, atladım içine ve şoförün arkasındaki sıraya oturuverdim hemen. Yanımdaki kotukta da bir hanım oturuyordu. Arka sıradan telefonla konuşan genç bir erkek sesi geliyordu. Konuşmalar bir randevu belirlemek üzerineydi ve randevu yeri Mecidiyeköy metrobüs durağının önüydü.

Telefonla konuşmasını tamamlayan kişi, siz nereye gidiyorsunuz diyerek sırtıma dokundu. "Mecidiyeköy'e" dedim. O, devamla, "mezarlığı biliyor musunuz, ben onun karşısındaki metrobüs durağına gideceğim, bu otobüs oradan geçiyor mu?" diye sordu.

Ben buna karşılık,"otbüs oradan geçip gidiyor, gitmek istediğiniz yerde durak yok, siz de Mecidiyeköy'de inip yürümelisiniz" dedim.

Ama bu lafları söylerken zaten sakat boynumu arkaya da döndürmedim. Ne de olsa, ben onun sesini duyduğuma göre, O da benim sesimi duyuyor olmalıydı.

Buna karşılık, "Mecidiyeköy'e geldiğimizde beni ikaz eder misiniz" diye ricada bulundu.

Ben de herhengi bir yanlışlığa meydan vermemek için "beni böyle bir sorumluluk altında bırakmayın, sizi ikaz etmeyi unutabilirim, beni takip edin, indiğim yerde inersiniz, ben de nasıl olsa Mecidiyeköye gidiyorum" dedim.

Arkadan zayıf bir peki ile müstehzi bir tebessüm sesi geldi, Bir dakika sonra da bir başkasına,(muhtemelen yanında oturan kişiye) "beni lütfen Mecidiyeköy'e gelince ikaz eder misiniz" dedi.

Bu kez yanımdaki hanımın tebessüm ettiğini farkettim ve bir açıklama yapmayı gerekli gördüm. Dedim ki:"