Yıllar önceydi. Uzak bir hanım akrabamızın eşi vefat etti. Anne-babamı temsilen ben katıldım cenaze sürecine. Vefat eden, çok olmasa da rahat bir hayat yaşatmıştı eşine ve kızına. Eşin kendisi de zaten, -yani benim akrabam- boşanma davalarına bakan, tercih edilen bir avukattı. 17 yaşındaki kızları özel liselerden birinde öğrenim görüyordu.
Cenaze evinin hüzünlü sükunetini sık sık ve sadece eşin feryadı bozuyordu. Diğer yakınlar durumu kabullenmişler, saygılı bir sessizlikle duaları dinliyorlardı. Çocuklar ise, cenaze evinin kızı da dahil olmak üzere, derslerinin ve/ya oyunlarının başına dönmüşlerdi.
Eş'in dualara karışan feryadı içinde şu çümleler seçiliyordu: " Ah Mehmet'im ah, nasıl da erken gittin. Bir 5 yıl daha yaşayamadın. Sadece 5 yıl. O zaman herşey yerli yerine oturacaktı. Bütün ihtiyacımız 5 yıldı."
Bu laflar o gün beynime adamakıllı kazındı. Çok üzülmüştüm, bir akrabamın, eşinin kaybına üzülmek yerine, kendi sorumluluklarının artmasına hayıflandığını görmek beni çok üzmüştü. Bu akrabamı birdaha hiç görmedim ama karşılaştığım hemen her vefatta, vefat edenin yakınlarının tutumlarını gözledim ve maalesef benim bu akrabama benzer tutumlar içinde olduklarını gördüm. Ağıt yakarken kullanılan sözler hep ya "beni bırakıp nerelere gittin" veya "ben sensiz ne yapacağım" şeklinde. Ya da bunların benzerleri. İnsanlar çoğu kez bir yakınlarını kaybedince, giden için üzülmekten ziyade, kendi yaşamlarında olacak değişiklikler veya kaybettikleri maddi-manevi imkanlar için üzülüyorlar.
Çoğu kez diyorum, çünkü kaybı için koşulsuz elem duyanı da neyse ki gördüm ve sonsuz saygı duydum. Vefat eden için, daha yaşayabileceği güzellikleri yaşayamadan uzaklaştığı için üzüleni, vefat edene sunmak istediği iyilikleri henüz sunamadan uzaklaştığı için üzüleni gördüm. En önemlisi iki tutum arasındaki farkları gördüm.
Dilerim yakınlarının vefatı karşısında "koşulsuz elem" duyanların sayısı çok çok artar.
8 Eylül 2009 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)