28 Haziran 2009 Pazar

RİYA MI - NEZAKET Mİ

Çocuktum, ufacıktım, annem, kendisiyle ve babamla konuşurken de diğer büyüklerle olduğu gibi “siz” demem gerektiğini öğütleyip duruyordu. Bana da çok garip geliyordu, mesela “anneciğim sizi çok seviyorum” diyerek annemin boynuna sarılmak. Bu resmi ifade tarzını biraz uzaklaştırıcı buluyordum.
Oysa annem, kanuni bir akrabamızı örnek göstererek bırak ebeveyn-çocuk arasındaki konuşmaları, kardeşler arasında bile bu sizli bizli konuşmanın birbirlerine duydukları saygıyı ortaya koyduğunu söylüyordu.
Ben de özeniyordum doğrusu, gayret de gösteriyordum konuşmalarıma ve davranışlarıma beni daha saygılı, daha nazik yapacak imgeler katmaya.
Günlerden bir gün , benimle akran kızlarıyla annesinin nezaretinde “yüksek sesle okuma” talimi yapıyorduk. Elimizde birer hikaye kitabı vardı, Bir paragraf O okuyor ben takip ediyordum, Sonra bir paragraf ben okuyordum, o takip ediyordu. Annenin de elinde bir kitap vardı. Okumamızı bölüp yanlışlarımızı düzeltmiyordu ama biz ondan çekinerek, çok dikkatli okuyorduk, dikkatli takip ediyorduk ve hiç ara vermiyorduk.
Bir ara, okuma kesildi, kızcağızın o anda okumakta olduğu cümlenin içinde “eşek” sözcüğü vardı. Zavallı kız, muhtemelen kendisine daha önce öğütlenmiş olduğu gibi bu "kaba!" sözcüğü telaffuz etmeyecekti ama, kitapta da yazmışlardı; ne yapacağını bilemeyerek duraksamıştı.
Annesi önce kızının ne yapacağını merak eder bir ilgiyle başını kitabından kaldırıp kızına baktı; kızın endişeyle kendisine bakan gözlerinde “okumak istiyorum ama burada (eşek) yazıyor” ifadesini gördü ve kızına yardımcı oldu: “(Merkep) yazıyor ya kızım, okumaya devam etsene.”

25 Haziran 2009 Perşembe

BENCİL BEKLENTİLER

Çok sevdiğim bir arkadaşım vefat etti. Çok çok üzüldüm. Üzüntüm, O'nu benim kadar sevdiğini bildiğim ortak arkadaşlarımızla paylaşınca büyüyecekti, derinleşecekti elbette, bunu bekliyordum; ama bu paylaşımlar sırasında farklı bir duygu:"şaşkınlık" yaşadım ki, hiç beklemediğim bu duyguyu nasıl yaşadığımı mutlaka kaydetmek istiyorum.
Ölen arkadaşımın uzun yıllar, yani neredeyse 15 yıl birlikte olduğu bir kız arkadaşı vardı. O da elbette benim için sevgili bir arkadaş.
Bu ikisi, inişli çıkışlı, eğlenceli dertli, hüzünlü sevinçli, ... anları paylaştılar. Kız sistemci, erkek maceracıydı, ilişki 15 yıldan sonra eski düzensiz düzeninde devam edemedi.
Ama yıllar içinde birbirlerine o derece yakınlaşmışlardı ki, -hatta yalnız birbirleri ile değil aileleri ile de-; ayrılmış olmalarına ve farklı kentlerde yaşamaya başlamalarına rağmen birbirlerine tamamen küsmemişler, bağlantılarını sürdürmüşlerdi. Hiçbiri yeni bir ilişki içine girmemişti.
Erkeğin vefatını ortak bir çocukluk arkadaşımız haber verdi. Aynı kentte yaşıyorlardı ve vefat henüz gerçekleşmişti.
Eski kız arkaşının haberi var mıydı acaba? Mutlaka cenaze merasimine katılmak ister, veya imkan yoksa erkeğin ailesinin acısını paylaşırdı.
Ben de kendisine taziyet bildirmek ve O'nun acısını paylaşmak istiyordum.
Telefon ettim. Ağzından şu sözler döküldü: "A, demek o yüzden babamın cenazesine gelmedi."
Ben ne diyorum, sen ne diyorsun demek geldi içimden, daha şaşkınlığımı atamadan "geçen hafta da babamı kaybettik, ben de neden cenazeye gelmedi diyordum" dedi.
Kendi kendime, demek babasının acısı da çok taze ve derin, eski erkek arkadaşıyla paylaşmayı arzu etmiş ve paylaşamayınca üzülmüş deyip konuyu kapattım.
1 saat sonra tekrar aradığında, tamam şimdi gerçeğe döndü, cenaze zamanını , yerini vb. soracak diyordum ki, O yine, vefat tam ne zaman? dün mü! e, o halde neden babamın cenazesine gelmedi? allahallah ben de çok merak etmiştim, mutkaka gelir diyordum, demek ölmüş de onun için gelememiş gibi ifadelerle beni şaşırtmaya devam etti.
Şimdi ben ne diyeyim? madem bu kadar bencilsin, ölümünü bile senin beklentilerini karşılamasına engel olan sıradan bir olay olarak gördüğün biriyle, 35-50 arasındaki en önemli yıllarını nasıl geçirdin? Eğer ilişki senin istediğin gibi evlilikle sürseydi şimdi kocan ölmüş olacaktı.
Yanlış düşünüyorsam, ki inşallah; sana nasıl soracağım da, seni anlayacağım? Soramazsam, bu konunun bu haliyle kalması hoşuma gitmeyecek. başka birşey eklemek istemiyorum. Zaten bu konu riya/nezaket konusunun yerini kaptı.

22 Haziran 2009 Pazartesi

"RİYA"MI - "NEZAKET" Mİ?

Çocuklarım küçüktü henüz. Hani çocuklara hiç yalan söylememelerini öğretmeye çalıştığımız, onların da muhtemelen "zaten yalan söylemek neden gereksin ki" diye düşünecekleri kadar küçük.
Annemlerin yazlık evinde tatildeydik.
Bir sabah uyandığımda çocukları alışkın olmadığım bir halde buldum: ağlamıyorlardı, aksine çok suskunlardı ve bütün vücutları adeta hüzünle kaplanmıştı.
Neden bu halde olduklarını hiç anlayamadım ve anlatmalarını istedim.
Biri alçak sesle ve başı önünde "bizim anneannemiz yalancı" dedi.
Annemin çocuklara söyleyebilecekleri yalan örnekleri aklımdan geçti art arda, rafadan pişirdim dediği yumurta katı pişmiş olabilirdi, gece uyuturken, yarın sizi denize götüreceğim deyip sabah havayı rüzgarlı bulmuş olabilirdi bunun gibi şeyler. Fakat çocuklar çözülüp de anlatınca konunun çok farklı ve çok önemli bir boyutta olduğunu gördüm. Şimdi anlatılanlarla ilgili yorumlarımı kaydediyorum.
Zavallı çocukların dünyası kararmıştı ve anneannelerini gerçekten yalancı zannediyorlardı.
Annem sabahleyin şiddetli bir baş ağrısı ile kalkmıştı yatağından, daha kahvaltı bile etmeden ilaçlara sarılmış, bir tülbenti alnını sarmalayacak şekilde başının arkasında bağlayıp ağrıyı sıkıştırmıştı ama ağrının şiddeti o kadar yüksekti ki, ne ilaç, ne sargı ahlayıp oflamasına, çocuklara ses çıkarmayın demesine engel olamıyordu.
Çocuklar da yaramazlık tanımına girdiğini öğrendikleri şeyleri yapmamaya çalışarak anneannelerine destek olmaya çalışıyorlardı.
Birden kapı çaldı. Annem kapıya doğru giderken hedef kazanan adımları,başını tutup ah of diyerek evin içinde iki yana sallanarak yürümesine göre hız kazanmıştı. Çocuklar bunu gördüler. Anneannenin vücu dilinde bir yalan yakaladılar. Annem henüz kapıyı açmadan önce başındaki çatkıyı sıyırıp kapının arkasındaki askıya taktı. Çocuklar bunu da gördü ve 2. yalanı harekette yakaladılar. Kapıyı açtı, üstkattaki komşusu vardı karşısında, a, ayşe hanım hoşgeldin, buyur bir kahve içelim dedi. Ses tonu bir misafiri davet eden tonda olmalıydı, baş ağrılı, ah'la karışık bir tonda olamazdı. Çocuklar 3. yalanı seste yakaladılar. Misafir içeri geldi kahve içti sohbet etti, annem tüm nezaketi ile ağrısını belli etmemeye çalışarak misafirini ağırladı ve çocukların bu davranışı da yalan olarak algılayıp kendisine olan güvenlerinin bir parça eksileceği hiç aklına bile gelmedi. Çünkü O'nun öğrendiği ve yıllar boyunca uyguladığı, sıkıntılarını dış dünyaya yansıtmamak gerektiği idi, hatta ona "Kan içsen, kızılcık şerbeti içtim diyeceksin" diye öğretmişlerdi. Oysa çocuklar için bir an önce acısından ölecekmiş gibi gördükleri aneannelerinin birden iyileşip misafiriyle sohbet eden bir evsahibesine dönüşmesi biraz fazla olmuştu. Yalan söylemek-söylememek konusundaki şemaları karışmış, anneanneleri hakkındaki şemaları da ayrıca biraz karışmıştı.

21 Haziran 2009 Pazar

DANS SEVER MİSİNİZ?

Çok sevgili bir tango severle konuşuyorduk geçenlerde. Tangoya sevgisi içten. Biraz gayret, biraz özen; belli, hayatının vazgeçilmezleri arasına girecek tango. Çok istekli ama, hani o başlangıç dönemlerinde bütün bayanların yakındığı “takip etme zorluğu” yok mu…

“Başkasının dediği adımı atmam isteniyor” diyor. “öyle zor ki; dansetmek kendi kararım!.. Bana çok zevk vereceğini düşündüğüm bu hobiyi, ben, bizzat kendim karar vererek seçtim, ama uygularken hem bir başkasının tercihlerine ve talimatlarına göre hareket etmem isteniyor hem de bu talimatları hissetmem bekleniyor.